Ayşen Işık böyle diyor ‘Ne Yeni Ne Başka’da; “… öfkeni tutmayacaksın içinde, nasıl başlarsa öyle gider, incindiğin şeylerin çetelesini tutmakla geçmesin ömrün.” Böyle olabilmenin mümkün olduğunu göstermek için omuzdaki yükleri atıyor öykülerinde; çıkış yolları aratıyor, varsa bir dal, tutuyor oradan, her adımda, “Oh be dünya varmış” dedirtiyor. Gövdemizdeki oyukların boş yere açılmadığının bilincinde, madem öyle, değsin diyor. “Yürümeli, tırmanmalı, besbelli zorlu bir parkur” burası. “Eğer sadece buna ait olursak, o gayyâ kuyusundan mümkün değil çıkamazsın”, diyor. Böylece tek olmadığımızı sezdiriyor, boşvermişliğin de kıymetli olabileceğini gösteriyor.
İlk öykü ‘Güzel Şeyler Düşün’de kanserden yeni kurtulan bir kadının yeniden yaşamaya alışması, aslında geçmişte çevresini ne kadar küçülttüğünü idrak etmesi ve yeni biriyle sevmeyi, sevilmeyi yeniden öğrenmesi alıştığımız şeyler aslında. Defalarca okunmuştur bu, çok kere etrafımızda görmüşüzdür, taze değildir söylenenler. Öykünün güzel yanı, okura yalnız olmadığını, yanlış yapmadığını göstermesi. Bazen hayat yaşamaya değer ama aksilikler de peşini bırakmaz. Onları bertaraf etmek zordur ya, işte o öngöremediğimize çok da uzun uzun bakmamamızın lazım geldiğini anlatıyor. “Neyi, neden yaptığımızı kendimizin bile bilmediği bir yerde, çok şeyi dert etmiyor muyuz?”, diye sordurtuyor.
İÇİNDE DÖNDÜĞÜMÜZ GİRDAP
İçtimai ya da insani fark etmez, düştük mü o girdaba, adeta daimi gelir. ‘Buradayım’ın başkarakteri Simay, o girdabın içindedir; uzun süredir işsiz olan kocasının işsizliğinden, ilişkilerinin yok olmasından, sürekli sakin ve anlayışlı olmak zorunda oluşundan mustarip. Kırmamak için birkaç kere düşünmesi, alttan almaya çalışması, sabrın sonu selamettir diye didinmesi okurken insanın içini sıkıyor. “Bağır”, diyorsunuz içinizden, “Söyle ki bu zıvanadan çıkmış durum son bulsun”. Olmuyor öyle. Söyleyeceği her şey içinde kalıyor ve umutsuz bir anında yine kocasına, “Üzme artık kendini, buradayım ben, yanındayım,” diyor. Bu “buradayım”, aslında bir görülme arzusunu da dışa vuruyor. Kafasının içinde susturduğu şeytanların, kocasının kendisini mahcup hissetmesini istediği bakışların, acımanın görülmesi arzusu. Oldukça insani.
“Bazı sözcükler devamlı yanıp sönüyor zihninde. Zehir, miktar, mesafe, sınır, suistimal, kendini gözetme, öz şefkat.” Bunların hepsi bir ağırlık, peki neyin? Bittabi taşıyamadıklarımızın, istemediklerimizin, hatta sevdiklerimizin; öyle değil mi, bazen en sevdiğin bile çöker durur yanında, çekiştirir seni. Bir felakettir bu ve bu felaketten sağ çıkmayı beklersin. İtiraf edemediklerin olur, ‘Ateş Dikenleri’ndeki Eda gibi. Sevgilisinin eski eşi ve çocuklarıyla kurduğu hayatın ortasındadır; anlayışlı olayım derken bu ailenin kurduğu bağın içindeki kalır, düğümler sıktıkça sıkar. Annesi ölünce bu bahaneyle bir süre çocukluğunun geçtiği yere gider. Artık “soluduğu yalnızca hava değil, dirim”dir. Neden eve dönmek istemediği diline gelir, yeni bir yol çizer, denklemi baştan kurar, sorularını değiştirir. Annesinin ölümü, yitime uğrayan benliğini kendine getirir. İlişkisini bitirmeye karar vermiş, çökmesini istediği bina çökmüş, “kendi sızlanan sesini duymak iyi” gelmiştir.
Varlığımızın her hücresinin onulmaz sandığımız bir kederle kaplandığını hissedebiliriz. Siyasi zorbalıklarla baş edemeyebiliriz. Sadece buradan bakmak kafi gelmez; düşüncesiz olabiliriz, karşımızdakinin sabır sınırlarını zorlayabiliriz. ‘Ne Yeni Ne Başka’, bu sorunların çaresinin, insanın kendine dönerek bazen hayır da diyebilmesiyle mümkün olabileceğini anlatıyor. Bunları görünür kılarak okura, “bedenine sıkışan ses bir dile, can yakan bir feryada” dönüşürse bitmesi gerekenlerin daha çabuk bitebileceğini, en azından ihtimalin olduğunu gösteriyor. ‘Ne Yeni Ne Başka’ öyküsünde hayatını mahveden adamın ardından bir kadının kendine düşman olmasının sebebinin; söylentilerin, yargılayan bakışların müsebbibi olan toplum olduğunun altını çizerek ses getirmeye çalışıyor. Mağdurun suçlandığına alışığızdır; göremedim, güvendim diye kendi kendini yiyor kadın. Yetmiyor, rezil olduğunu, mahvolduğunu düşünüyor. Düşündürtüyorlar. Ama bu öfkenin ayağa kaldırdığı da bir gerçek; can yakan o feryadın toparladığı da bir gerçek.
Böyle olmayabilir de. Düştüğümüz yerde kalabiliriz, müşkül duruma düşebiliriz, güç bela kurtarırız kırılan kanadına tutunduğumuz kuşu. ‘Ne Yeni Ne Başka’ da tam bu ikilikte işte; biraz daha insanın kendini görmesini temenni ederek.
İpin ucunu kaybetmek istemeyenlere, çetele tutmaktan yorulanlara…
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)